18 Nisan 2014 Cuma

"Can güvenliği açısından, çocuklarınızın ellerini sıkı tutun ve oyun oynamalarına izin vermeyin."

Bugün İZBAN'da gelecek banliyöyü bekliyordum. Klasik uyarı anonsu yapılırken şu cümle bir anda dikkatimi çekti "Can güvenliği açısından, çocuklarınızın ellerini sıkı tutun ve oyun oynamalarına izin vermeyin.". Aslında olağan bir duyuru, her gün onlarca kez yapılıyor. Engellemek istedikleri bir riske yönelik. Fakat zihnimde yankılanan şey bunun ötesindeydi, verilen bu mesajın kullanıldığı kanal topluma göre şekillenir. Örneğin çocuğun uyarılması ve dikkat edilmesi içerikli bir kanal yerine çocuğu kısıtlayıcı ve kontrol altına alıcı bir kanal kullanılmıştı. Peki neden?

Nedenini topluma biraz daha geniş pencereden bakınca -sadece kişisel bir yorumla- anlayabildiğimi düşündüm. Büyüklerimiz hiçbir zaman elimizi bırakmıyordu, oyun oynamamıza izin vermiyordu. Hayaller tekinsiz, oyunlar tehlikeliydi. Ne olacağı bilinmez soyut bir tablonun renk cümbüşü gibiydi. Korkular bizi esir kılıyordu. Neye karşı korkulduğunu bile bilmeden ve deneyimleyemeden aşılanmış korkular... "Ya şöyle olursa" ile başlayan cümleler silsilesi, "Aman çocuğum sen uyma kimseye!" ile devam eder. Oyun demek risk demektir ve bizim toplumumuzda risk sevilmez. Sırtını dayayacağın bir şey olsun, geçmişin patikalarında ayak izlerine basarak ilerle. Öyle ki aldığımız margarini bile zor zanaat değiştiririz. O da ahbabın biri önerdiğinde.

Deneyimleri küçümsemiyorum, geçmişin bilgeliği de elbette önemli. Ama küçük sıyrıklar öldürmez ya insanı. Hem denilmez mi aslanın yaraları savaş madalyasıdır diye.

Bizi güvende tutabilmek için merak etmemizi istemiyorlar. Ne gerek var ki meraka değil mi? Ya bilinmez bir oyunun içine düşer de sobelenirsen? İyisi mi boşver çocuğum, sen atanın çizdiği seksekte döndür değirmenini.

21 Kasım 2013 Perşembe

Cam Şeker

Blog yazmaya karar verdiğimde bir anda geldi aklıma. Şöyle rengi albenili, insana göz süze süze ışıldayan bir şeker. Paketinin kıvrımlarına dokunmaya kıyamazsın, onu eline alıp içinden baktığında bir başka görünür her şey. Dilinin ucu ile bir dokunursun ki  papiller mest olur, coşar, kıvrıla kıvrıla raks eder. Sonra dayanamazsın, kavuşmak istersin. Ağzına atıp çiğnediğin anda geri dönülemez bir yolun pişmanlığı alır seni, ağzına saplanan gerçekliğin yolundan sızan kanının lezzeti, bu nesnenin efsununu daha da yayar ruhuna. Dayanamaz biraz yutarsın. Bu sefer benliğine vazgeçilemez bir acılık yayılır. Kanında dolaşan ızdırabın verdiği tarifi imkansız lezzet sana kimsenin bilmediği bir sırrın meş'um bekçiliğini verir. Prometheus'un o çılgınlığı yapmadan evvel üç beş tane attığına eminim bundan. Başka türlü Zeus'tan ateş çalacaksın ha! Yemez...

Dandini Dandini

Kaç gündür Azam Ali'den bu ninniyi dinliyorum. Kafamda dönüyor, performansla yapılabilecek ve bunun fon müziği olacağı projeler. "Nasıl anlatsam?" diyorum içimdekileri... "Kaybı" anlatmak istiyorum, bizi kendi kollarına zor emanet eden annelerin yarı ölüm denen duruma huzurlu teslim edişini düşünüyorum. Her iyi dileklerini bu an ninnilerle verişini düşünüyorum. Daha neler neler... Öyle bir şeydi ki ölümle uyku; ikisinde de garip benzerlikler vardı. Ölünün arkasından edilen temenni duaları ve ninniler ne kadar benziyordu birbirine. Ardı bilinmez miktarda umut dolu koca bir dağ. Tüm bunları düşünürken "Tamam!" diyorum nokta koyayım artık düşüncelerime, ama hep eksik bir şey var; eksik olan anlatmak istediğim şeyleri henüz benim yaşanmamışlığım. Benim yaşamamdan öte görmediğim, somutlaştıramadığım bir şey var. Ta ki bir iki saat evveline dek...

Bir telefon geldi, acı bir kaybımın haberini aldım. İdrak etmek çok zordu, sözcükler kulağıma girdiği andan itibaren kafamın içinde bir o yana bir bu yana dönüp durdular sanki. Beynimin kıvrımlarına çırpına çırpına bu haberi yetiştiriyor, beynimin aptal aval bakışına şaşırıp daha da çığırtkanlaşıyordu.

Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen gözlerim aniden koyverdi gitti. Beynim ve kalbim sarıldı birbirine, biri söyledi biri ağladı. Anı defterleri çıkarıldı, eski fotoğraflara baktılar beraber. Bu acı kaybımız olan ablamızın üç çocuğu vardı en ufağı daha 20 günlük, sütten kesilmemiş. Ninni söylense bile anlamayacak evredeydi herhalde, annesinin sesini duyup susuyordu sadece. Şuan anneannesinin kucağında olmalı; birinin annesi birinin evladı. Toprağın kollarına, en huzurlu uykuya, uğurlanacak. Doğduğu andan itibaren edilen tüm iyi dilekler yerini umut dolu inançlara ve teskinlik sözlere bırakacak. O da ninni bekler mi ki şimdi annesinden? Algılayamıyorum, içimdeki en derin boşlukta bile karşılığını bulamıyorum. Sadece hissediyorum, birazcık...

http://www.youtube.com/watch?v=hQrZoB3Hx18